Reklam
Ertuğrul "Eltorulu" Fırkateyni PDF Yazdır e-Posta

Cuma, 24 Şubat 2006 04:39
Makale İçeriği
Ertuğrul "Eltorulu" Fırkateyni
Sayfa 2
Sayfa 3
Sayfa 4
Sayfa 5
Sayfa 6
Tüm Sayfalar
Özet
Ertuğrul Fırkateyni 1864 yılında okul gemisi olarak Haliç Tersanesi’nde inşa edilmiştir. Ertuğrul Fırkateyninin Japonya gezisi 1887 yılında İstanbul’a dostluk ziyaretinde bulunmuş olan Japon heyetine iade-i ziyarette bulunmak üzere saray tarafından planlanmıştır. Gemi, Padişah II.Abdülhamit’in Japon İmparatoru’na armağanı olan İmtiyaz Nişanı ve diğer hediyeleri götürecektir. 13 yıl hiç seyir yapmamış olan Ertuğrul Fırkateyni 14 Temmuz 1889 günü 607 kişilik mürettebat ile yola çıkmıştır.
30 Temmuz 1889’da geminin Şüveyş Kanalından geçerken karaya oturduğu haberi gelmiştir. 10 Ekim’de Aden’den ayrılan gemi, 15 Kasımda Singapur’a demirlemiş, limanda iken alınan bir telgraf Komutan Osman Bey’in Tuğamiralliğe terfi ettiğini müjdelemiştir. Gemi dört ay Singapur’da kalarak onarım görmüş ve 7 Haziran 1890 günü Yokohama’ya ulaşmıştır. Gemi Komutanı Osman Paşa 13 Haziran 1890 günü İmparator tarafından kabul edilmiştir. Kabul Töreninde Osman Paşa, Padişahın iki mektubunu ve İmtiyaz Nişanını İmparatora sunmuştur. İmparator, iki devlet arasında geçmişten itibaren mevcut olan dostluğun bu ziyaretle daha güçlendiğini, Japon Milletinin Yokohama’da sancağını dalgalandıran bir Türk gemisi görmekten son derece mutlu olduklarını ifade etmiştir.
Ertuğrul Fırkateyni, geri dönmek üzere 15 Eylül 1890 günü Yokohama’dan ayrılmış, ancak ertesi gün şiddetli bir tayfuna yakalanmıştır. İki gün devam eden tayfun 18 Eylül 1890 günü şiddetini artırmış, Ertuğrul Fırkateyni, Oşima Adasının Kaşinozaki burnunda, mürettebatı ile birlikte batmıştır. O dönemde tüm İmparatorluğu derin bir üzüntüye boğan bu olayın sonucunda 50’si subay olmak üzere 533 denizcimiz şehit düşmüş, 6’sı subay olmak üzere 69 denizcimiz kurtulmuştur. Kazazedeler 25 Aralık 1890’da İstanbul’a geri getirilmişlerdir.

 
Abdülhamid'in tahta çıktığı günlerde, 1878 yılında, "Seiki" adlı Japon harp gemisi Avrupa gezisi sırasında iken İstanbul'a uğramıştı. Abdülhamit bu geminin kaptanı Yarbay İnoue'ye ve yine 1881'de İstanbul'a gelen Yoshida Masaharu'ya da Avrupalılar ile aralarında durum düzelince mutlaka Japonya'ya bir harp gemisi göndereceğine söz vermiştir.
 
"Yoshida:...harp geminizin ülkemize gönderilmesini ve devletinizin dev bayrağının Doğu'da parlatılmasını istiyoruz.
 
Padişah: Ben de uzun zamandır bunu düşünmekte olmama rağmen biliyorsunuz son zamanlarda Avrupa ülkeleriyle meşgul olduğumdan isteğimi yerine getiremiyorum. Umarım ileride sakin günler gelirse mutlaka harp gemimizi göndermekle İmparator hazretlerinizin keyfini sorduracağım".
Japonya İmparatoru Meiji’nin amcası Prens Akihito Komatsu’ nun 1887 yılında İstanbul'a yaptığı ziyaretin ardından ise ziyaretin iadesi kesinleşmiştir.
Bu noktada Abdülhamit’in bu geziyi planlarken aklında birden fazla plan olduğu söylenmektedir.
1) Rusya’ya mesaj; O dönemde hızla güçlenen Japonya ile iyi ilişkiler kurulması, iki İmparatorluğun da ortak tehdidi Rusya'ya iyi bir gözdağı vermek…
2) İngiltere’ye mesaj, birkaç yıl önce Mısır’ı işgal etmiş, Arapları da Osmanlıya karşı kışkırtmaya başlamış, hilafeti Osmanlı’nın zorla Araplardan aldığını ve Müslüman dünyasının Osmanlı hilafetini kabul etmemesi gerektiğini öne süren İngilizlere, sancaklı bir gösteri...
3) İslam dünyasının sadece Araplardan ibaret olmadığını, Asya'daki Müslümanların da İngiliz sömürgesindense, Osmanlı hilafetini benimseyebileceğini vurgulamak, geminin yolda ikmal için uğrayacağı Müslüman limanlardaki atmosferi görmek…
Bu yüzden İngiliz Basını Ertuğrul’un yolculuğunu gayet yakından takip etmiştir.
Sonuçta gemi, Padişah 2.Abdülhamit'in Japon İmparatoruna armağanı murassa, mücevherli İmtiyaz Nişanı ve diğer hediyelerini götürecek, görünürde o yıl Bahriye Mektebinden mezun olan asteğmen mühendisler de bu uzun gezide deniz tecrübe ve alışkanlıklarını arttıracaklardır.
Image 
 Bu yolculuk için önce 1870 İstanbul yapımı 6200 tonluk Hamidiye Zırhlısı, sonra 1867 İngiltere yapımı 2400 tonluk Avnillah Korveti, daha sonra 1867 yapımı 4700 tonluk Asar-ı Tevfik Zırhlısı aday oldu. En sonunda 1854-64 İstanbul yapımı 2400 tonluk Ertuğrul Firkateyn’i seçildi. Sefer hazırlıkları başladığında Ertuğrul 25 yaşındaydı, 11 sene Haliç'de dubaya bağlı kalmış, hiç yüzmemişti. Yaklaşık bir sene önce ahşap kısımları tamir görmüştü ancak, makine ve kazanların altına gelen kısımlara dokunulmamıştı. Gemi hem yelken, hem de buhar kazanı ile seyir edebiliyordu.
Gemi Komutanı seçilen Albay Osman Bey, Bahriye Bakanı'nın damadı  ve aileden denizciydi. 1853 Sinop Baskınında Ruslar tarafından yakılan Osmanlı Donanması'nın komutanı Patrona (Koramiral) Osman Paşa'nın torunuydu.
Süvari Ali Bey ise Basra Komodorluğu'nda bulunmuş ve Hint Okyanusunda Tufan-ı Fil adı verilen tayfunlarda tecrübeli bir denizciydi.
Gezi için Ertuğrul'un seçilmesi bir mesele olmuştu. Başçarkçısı Albay Hardy geminin makine ve kazanının bu uzun geziyi emniyet ve selametle sona erdirecek durumda olmadığına dair rapor vermişti. Zamanın Bahriye Nazırı Müşir Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa ise, bu uyarıya kendisini görevden alıp Adalara işleyen yandan çarklı bir vapura Çarkçıbaşı atamakla cevap vermişti.  Ayrıca gemiye güvenini, damadı Albay Osman Bey'i Komutan tayin etmekle gösteriyordu. Ancak diğer yandan damadı ile ilişkilerinin iyi olmadığı biliniyordu.
Geminin bütün subayları ve personeli özel bir dikkatle seçilmiş, 27 Haziran 1888'de Bahriye Mektebi'nden mezun olan 10 kişilik sınıfın 9'u, 1889 mezunu subaylardan beşi de yardımcı olarak verilmişti. Böylece geminin mevcudu 56'sı subay 607 kişiyi buluyordu. Gemiye çoğu marangoz ustası yaklaşık 500 tayfa verilmiş, yol boyunca çürümesi beklenen tahtaları değiştirerek, yamayarak gemiyi desteklemeleri planlanmıştı.
Ertuğrul'un hareket tarihi Ramazan Bayramı’nın beşinci günü, 4 Haziran 1889 olarak belirlenmişti. Ancak firkateyn 14 Temmuz 1889'da yola çıkabilmişti. Ertuğrul hakkında ortaya çıkan şayialar ve inceleme raporlarının Sadrazam'a geç ulaşması yolculuk tarihini geciktirmişti.
14 Temmuz 1889 Pazar günü Ertuğrul törenle İstanbul'dan yola çıktı. Hasan Ali Yücel* büyükbabası Süvari Ali Bey ve Ertuğrul'un İstanbul'dan ayrılışını  annesinden şöyle dinlemiş; "Sultanselim'den Haliç tabak gibi görünürdü. Ertuğrul da Kasımpaşa'da Divanhane önünde duruyordu. Lohusa döşeğinde yatan annemden başka bütün ev halkı, pencerelerde gemiyi seyrediyorduk. Öğle üzeri bir de baktık, gemi hareket etti. Bütün askerler güvertede, mızıkalar "Ey  Gaziler"i çalıyor. Yelkenleri açılmamış gemi, çarkını işleterek yürüyordu. Bayraklarla donatılmıştı. Zannettik ki Beşiktaş önünde duracak. Halbuki Sarayburnu önünde kıvrılınca işi anladık. Hepimizde bir ağlama... Böyle gittiler. O zaman halk köprüye, deniz kenarlarına toplanmış, sesler, bağrışmalar bizim konağa kadar geliyordu:
 Image
Besmeleyle Ertuğrul'um demir aldı
Hep ahali sahillerde bakakaldı
Çoluğun çocuğun feryadı arşa vardı
Hak selamet versin şanlı Ertuğrul'a.
Üç direkli firkateyndir gemimiz
Kimimiz, bekarız, evlidir kimimiz
Gayret edin çocuklar Capanya’dır yolunuz
Hak selamet versin şanlı Ertuğrul'a.  

Rüzgar güneybatıdan estiği için yelkenler sarılmış, makina ile yol alınıyordu. Gemi Gelibolu önlerine vardığında 500 yıllık bir geleneğe uyarak Rumeli'ne ilk geçen komutan Süleyman Paşa top atışıyla selamlandı ve gemi imamı bir Fatiha okudu.
26 Temmuz 1889'da gemi İstanbul - Port Said arasını 10 günde alarak, kılavuz eşliğinde  Süveyş Kanalı'na girdi.
27 Temmuz günü gemi Mürret-ül Kübra gölünde seyrederken kuma oturdu. Tüm gece Port Said'den alınan kömür geminin su çekimini azaltmak için Kanal İdaresi'nin dubalarına boşaltıldı, ve römorkörlerin çabasıyla alacakaranlıkta tekrar yüzdürüldü.
28 Temmuz'da bu sefer kılavuz tarafından gösterilen lüzum üzerine sahile bağlanmaktayken rüzgar ve akıntının etkisiyle kıçının sahili bulmasıyla dümen ve bodoslaması kırılarak kayboldu.
30 Temmuz tarihini taşıyan telgrafında Komutan geminin havuza sokulması gerektiğini bildirmişti ancak30 Ağustos'ta havuza  girilebilmişti. 23 Eylül'de Süveyş'ten  Kızıldeniz'e çıkıp, Cidde'ye doğru yol aldı, kömür miktarıyla 1400 millik Kızıldeniz'in aşılması mümkün değildi,  ancak 900 mil yol yapılabiliyordu. O yıllarda Kızıldeniz'in doğu sahilleri Osmanlı toprağıydı ve Cidde ve Kameron'da birer askeri liman, Konfide'de bir üs ve Hüdeyde'de bir komodorluk şeklinde organize olmuş Kızıldeniz Filosu'nun emrinde kaçakçılığı önlemek için sekiz ahşap ganbot ile bir yat vardı.
Geminin Kızıldeniz'e girmesiyle etrafı köpekbalıklarıyla doldu. Komutan Osman Bey personeli toplayıp dikkatli olmalarını, eğer gemiden düşecek olurlarsa köpekbalıklarına yem olacaklarını hatırlattı. Ayrıca tatlı sudan tasarruf için mürettebatın geminin bordasındaki en alt basamağın önündeki, bir kaç basamak alanı kadar genişlikteki iskele tavasında aptes almasını da yasakladı. Bir kaç yıl önce Konfide'de bulunan ganbotlardan birinin imamının, iskele tavasında aptes alırken bir köpekbalığının saldırısına uğradığını ve bir ayağını dizinden itibaren koparıp yuttuğunu unutmamalarını istedi. Ertuğrul Kızıldeniz'i gerektiğinde yelken ve gerektiğinde makina ile 26 günde aldı.
19 Ekim'de Ertuğrul, İngiliz egemenliğindeki Aden'e geldi, burada üç gün ikmal yapıp buradan ayrılıp 1600 mil uzaktaki ve nüfüsunun yarısı müslüman olan Bombay'a yola koyuldu. İlk gün askeri törenlere ayrıldı, ertesi gün gemi sancağı toka edildikten sonra ziyaretçiler gemiye alındı, aralarında Lahor, Delhi, Allahabad, Ahmedabad ve Haydarabad gibi uzak yerlerden gelen müslümanların da bulunduğu yerli halk gemiye hücüm etti. Gemi Bombay'da kaldığı bir hafta içinde 150.000 civarında ziyaretçi tarafından gezildi, bunların içinde o zamanlarda Hindistan'da sayıları 600'ü bulan mihracelerden 15'i de vardı.
26 Ekim'de ziyaretlere son verildi ve ikmallere başlandı ve ertesi günü Seylan veya Serendip adasının başkenti Kolombo'ya doğru demir alındı. Bombay'dan hareketin altıncı günü akşamı gemi baş taraftan su almaya başladı, deniz sakidi ve gemi 7 mil hız yapıyordu, Kalküta Feneri'ne yaklaşık olarak 40 mil mesafe vardı. İnceleme için Gemi İnşa Mühendisi Mühendis Ali Efendi görevlendirildi, su boşaltıldığında baş bodoslamanın tamamen çürüdüğü ve bazı kaplamaların aralarının birkaç parmak açıldığı ortaya çıktı. Ziftlenmiş yelken bezi vetalaş kullanılarak delikler yamandı ve durumu kontrol edebilmek için bir de nöbetçi konuldu.
10 Kasım 1889'da Kolombo'ya varıldı. Osman Bey durumu burada resmi kanaldan değil, Bahriye Nazırı olan Kayınpederi'ne özel bir mektup ile bildirdi. Singapur'da olası havuzlama işlemleri için kalış süresi uzarsa gerekli açıklamalar için makul sebebler hazırlanmalıydı. Varış gününün Cuma olması ve gemi personelinin Cuma Namazı'nı kılmak için gemiden karaya çıkması ve gösterdiği düzen zaten büyük çoğunluğu müslüman olan ve Bombay'dan hareket ettiği günden beri Ertuğrul'u bekleyen yerli halkı iyice heyecanlandırdı. Seylan Genel Valisi 300.000 olan ada nüfusunun 200.000'inin gemiyi ziyaret etmek istediğini bildirdi. Ancak Bombay'daki tecrübeler geminin bir kerede 2.000'den fazla ziyaretçi almasının problem yarattığı belirlenmişse de halkın sevgisi önlemlere üstün çıkıyordu. Çok uzaktaki kentlerin sakinleri aralarından temsilciler seçmiş ve onlara gemi personeline ziyafet verme yetkisi vermişlerdi.
13 Kasım 1889'da gemi Singapur'a hareket etti. Altı gün altı gece süren kötü hava koşullarının ardından fırkateyn Malakka Boğazı'na girdi, burada hava daha sakinse de akıntı problemi sebebiyle 600 millik boğazı katedip toplam 1500 millik yolculuktan sonra Singapura ulaştı.
28 Kasım 1889 günü Singapur limanına şehri top atışlarıyla, limandaki gemileri sancaklarıyla selamlayarak girdi, demir atar atmaz etrafı Osmanlı sancaklarıyla donanmış sandallarla çevrildi. Singapur yakınlarındaki küçük Müslüman devletlerin iler gelenlerinden başka, Çinhindi'nden, Sumatra'dan, Cava'dan, Sulawesi adlarından gelenler vardı. Fırkateynin Singapur'a girişi Cuma gününe denk getirilmişti. Bunu değerlendiren Müslümanlardan çoğu gemi imamı Ali Efendi'nin imametinde gemide namaz kılmak istediler. Bu kabul edildiği gibi ertesi hafta cuma gemide mevlit okutulmasına bile izin verildi.
Singapur Valisi ve Üs komutanı'na yapılan karşılıklı ziyaretlerle çok samimi bir hava yaratılmıştı. Gemi personeline Ertuğrul'un gelişinden 2 ay önce 2.Abdülhamit tarafından 1.Derece Mecidiye Nişanı ile ödüllendirilen ve yörenin müslüman ileri gelenlerinden Seyyid Muhammedül Kaf muhteşem bir ziyafet verdi. Geminin uzunca bir süre Singapur'da kalacağını öğrenen Sumatra'daki Timbus Devlet Reisi Mehmed Zeynelabidin bin Abdülvahid veziri Şehbender Ebu Sait'i göndererek selam ve muhabbetlerini iletti, Vezir gemide yapılan top, tüfek ve arma talimlerini akşama kadar gözlerinden yaşlar dökerek seyretti.
Ertuğrul'un Singapur ziyareti 2.Abdülhamit'in beklentilerinin üzerinde bir sonuç vermiş ve İslam Dünyasının sadece Arap dünyasından ibaret olmadığı bir kez daha kanıtlanmış, halifenin Araplardan olması yönünde yaratılmaya çalışılan propagandaların karşısına cevap olarak çıkmıştı.
Gemi Singapur'da ciddi bir teknik kontrolden geçti. Baş bodoslamanın çürüdüğü, su alan bölmedeki tahtaların değiştirilmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Bunların gemi olanakları ile yapılması mümkündü, ancak Albay Hardy Bey'in iddia ettiği gemi kazanı ve makinelerinin altındaki tahtaların değiştirilmesi için tüm güvertenin sökülmesi ve makine ve kazanın çıkarılması gerekiyordu ki bu da Singapur'daki imkanlarla mümkün değildi. Öyle ise Çin Denizi'nin fırtına mevsimi olan kış ve ilkbahar mevsimlerinin geçirilmesi ve sonra yola koyulması gerekliydi. Ancak yine de İstanbul'a dönmelerinin istenip istenmediği soruldu. Hediyeler bir heyet refakatinde bir posta vapuru ile de gönderilebilirdi. Osman Bey'in gemide tamiratların Singapur'daki taş havuzda yapıldığı ve güverte tahtalarının ve baş bodoslamanın tik ağacından yenileriyle değiştirildiği ve seyahate devam edilebileceği yönündeki tezkeresi üzerine 2.Abdülhamit 20 Aralık 1889'da bir telgraf ile Albay Osman Bey'in Mirliva (Tuğamiral)'lığa terfi ettiğini müjdelemiştir.
Gemi burada uygun mevsimi beklerken bir para sıkıntısı baş göstermiş ve Japonya'ya gemi gönderen koskoca imparatorluk Banker Ohannes Aşiyan Efendi'ye yazı yazarak Singapur'a 2.000 İngiliz Altını göndermiştir.
22 Mart 1890'da Ertuğrul, Singapur'dan ayrılarak, 650 mil uzaklıktaki Saygon'a yol koyuldu. Yolda bir fırtınaya yakalan gemi Singapur'a dönüş kararı alındıktan sonra havanın iyileşmesi üzerine tekrar Saygon istikametine yönelmiş 29 Mart 1890 günü buraya varmıştır. Çin Denizi'nin fırtına mevsiminde yola çıkan gemi birinci silleyi atlatmıştı. Limandaki 8 gemilik Çin Filosu'nu ve Filo komutanı Koramirali 17 pare top atışıyla selamladı. Çin Müslümanlarından oluşan bir ziyaretçi topluluğu burada da gemiyi yalnız bırakmamıştı. Çinli Amiral ile karşılıklı ziyaretlerden sonra 10 gün daha Saygon'da kaldı.
3 Nisan 1890 Ertuğrul günü Hong Kong'a doğru yola çıktı. Başlangıçta 8 mil hızla ilerlenebiliyordu ki öğleden sonra Serdümen gemi dümeninin tutmadığını bildirdi. Süvari Ali Bey hemen pilot bokları;rehber-i deryaları karıştırdı ve Osman Paşa'ya raporunu sundu: Gemi bir tayfunun merkezine doğru sürükleniyordu. Barometre 4 saat içinde 18 mm düşmüştü. Makinelerinde yardımıyla tayfundan kurtulundu. Saygon'a 160 mil, Hong Kong'a 790 mil mesafe vardı ve civarda ikmal yapılabilecek başka liman yoktu. Saygon'a dönülmeye karar verildi.
20 Nisan 1890 günü tüm tamir, ikmal işleri tamamlandıktan sonra ikinci kez Saygon'dan Hong Kong'a doğru yola çıkıldı.
26 Nisan 1890 akşamı, soğuk bir havada Ertuğrul Hong Kong'a girdi, limanda daha önce karşılaşılan Çin Filosu ve 2 İngiliz savaş gemisi vardı. Ertuğrul her iki filoyu da top atışıyla selamladı. Çin Amirali, Ertuğrul personelini gemilerini gezmeye davet etti. Personel gruplar halinde Çin gemileri gezdi, Çinlileri bilgi ve eğitim seviyelerinden giyiniş tarzlarına kadar Avrupalı meslektaşlarından hiçte geri bulmadılar.
Ertuğrul Uzakdoğu sularında seyrederken gemiyi fareler de bastı. Kedilerle çözülmeye çalışılan sorun, farelerin girdiği deliklere girememeleri ve kedilerin uzun süre toprağa ayak basmadıklarından denize atlayıp intihar etmeleri çözüm sağlamadı. Fareleri yok etmek için gemide un ve alçı karışımı yem olarak kullanılmaya başlandı. Yanına da ufak bir kapta su konuldu. Unlu alçıyı yiyen fareyi hararet basıyor, suyu içince de alçı midesinde donup, hayvanı hazımsızlıktan öldürüyor, üstelik leşin kokmasını önlüyordu. Ancak fareler bu tuzağı çabuk öğrendiler. Bu sorunu Çinlilere açtıklarında onlardan değişik bir yok etme yöntemi öğrendiler. Çinliler 5-10 adet güçlü fare yakalıyorlar, bunları bir tel kafeste hapsedip sadece su veriyorlardı. 3-5 gün açlığa dayanan fareler birbirlerini yemeye başlıyorlar ve on gün sonra sadece yamyamlığa alışmış 2-3 fare hayatta kalıyordu. Bu yamyam fareler salınınca hemcinslerini yiyiyorlar, kaçabilenler denize atlıyordu. Ertuğrul'da da bu yöntem uygulandı ve fare sayısında çok büyük bir azalma sağlandı.
5 Mayıs 1890 günü Ertuğrul gerekli hazırlık ve ikmalleri yaparak Hong Kong'tan Nagasaki'ye doğru yola çıktı. Formoza (Tayvan) geçildikten sonra hava değişti. Biraz daha yola devam edildiyse de durum daha kötü hale geldi. Yer kontrolü yapıldığından Çin'in Fuça tersanesine 40 mil mesafede olduklarını belirlediler. Oraya yöneldiler. Arkadan esen rüzgarın yardımıyla 11 mil sürat yapar olmuşlardı. Burada on gün beklendi. Saygon'da tanıştıkları Çin Amirali, ki Çin-Japon Savaşı'nda yenildiği için intihar etmiş olan Ping yardım etmiş ve 5 gün içinde bir Çin ganbotuna bağlı olarak 200 ton kömür göndermiştir.
Yola tekrar çıkıldı ve bayramın üçüncü günü Nagasaki'ye girildi. Buradaki İngiliz ve Amerikan gemileri ve kent kalesi ile karşılıklı top atışlarıyla selamlaşıldı. Dört gün boyunca kömür alındı, beşinci gün Japon İç Denizi yoluyla 390 mil uzaklıktaki Kobe limanına girildi. Yokohama'ya 350 mil kalmıştı. Burada geçirilen bir hafta boyunca gemi tertemiz yapıldı. O günlerde İmparatorluk Sarayı Teşrifat Müdüründen salimen vardıklarına dair bir kutlama telgrafı alındı. Telgrafta Yokohama'ya varış günü sorulmaktaydı. Takribi varış zamanı Osman Paşa tarafından bildirildi. Buna göre hareket edilerek Yokohama önüne varıldı. Gelen heyetin başkanı İstanbul'a prens ile gelen teşrifatçılardan biriydi ve ilk sözü "Bir düzenli işleyen posta vapuru bu kadar dakik olabilirdi" oldu.
7 Haziran 1890 tarihinde saat 09:25'te yola çıktıktan 11 ay sonra Yokohama limanına demir atıldı.
Osman Paşa, Saray Protokol Müdürü ve Japon Amirallerce karşılanmış ve programa göre imparator ile buluşma 13 Haziran 1890 Cuma günü gerçekleşecekti. Bu ziyarete kadar geçen süre içinde Osman Paşa üst rütbeli 12 subayı refakatinde Yokohama'dan trene binip Tokyo'ya geçti ve Hibiya semtindeki Rokumeikan Oteli'ne yerleştiler. 12 Haziran sabahı ilk kiraz çiçeklerinin açtığı 1 Nisan'dan beri açık olan Sanayi Fuar'ını ziyaret ettiler. Burada Kırmızı Fes'leri, içki içmemeleri ve kibar davranışları ile sempati topladılar.
13 Haziran Saat 18:00'deki kabul töreninde Osman Paşa, Fransızca tercümesi daha önce saraya verilmiş olan bir söylev vermiş, sonra da Padişah'ın iki mektubunu ve beratıyla birlikte Murassa İmtiyaz Nişanı'nı İmparator'a sunmuştur. İmparator iki devlet arasında öteden beri mevcut olan dostluğun bu ziyaretle daha kuvvetlendiğini, Japon Milletinin Yokohama'da sancağını dalgalandıran bir Türk gemisi görmekten son derece memnun olduklarını söylemiş, bundan sonra Osman Paşa refakatindeki subayları İmparatora tanıştırmıştır. İmparator, görevleri sırasında dünyanın yarısını dolaşan gemi personelinden Osman Paşa'ya Japonya'da soylu olmayan bir kişiye verilebilecek en yüksek nişan olan 1.Sınıf Yükselen Güneş nişanı, Gemi Komutanı Ali Bey aynı nişanın 3.sınıf olanını diğer heyet üyeleri de nişanın daha düşük dereceleri ile ödüllendirilmişlerdir. İmparatorun huzurundan çıktıktan sonra Heyet diğer bir salonda imparatoriçe tarafından kabul edilmiş ve karşılıklı güzel söylevler verilmiştir. Bundan sonra bir gün bile boş kalmamacasına gemi personeli için kabul resimleri, ziyafetler, törenler birbirini izlemiştir.
Osman Paşa 14 Haziran'da 1912'de imparator Meiji'nin yerine imparator Taisho adıyla geçecek genç Prens Yoshihito Haru ile de görüşmüştür.
Gemi 28 Haziran'da İngiliz Imperieuse, Leander ve Japon Yamato savaş gemilerinin personellerinin birer takımla katıldığı kürek yarışlarına katılmış ve bir yarışta Ertuğrul personeli 3.olmuştur.
Üç gün sonra Osman Paşa ve heyeti 1 Temmuz 1890'da Japonya'da ilk defa yapılan Genel Seçimleri izledi. Seçimleri izledikten sonra Osman Paşa daha çok askeri çevrelerde ziyaretlerini yoğunlaştırmış ve Japon Donanması'nın üstün durumundan çok etkilenmiştir. Askeri Silah Fabrikası'na 300 adet top fünyesi sipariş etmiş ve hafifleyen programının etkisiyle Yokohama'da fotoğrafçı Kosaburo Tamaki'de son fotoğrafını çektirmiştir.
18 Temmuz akşamı saat 22:00'da muhtemelen Çin limanlarına uğranıldığı sırada bulaşan kolera mikrobu sebebiyle 22 yaşında Abdullah isimli bir denizcimiz aniden rahatsızlanmış ve  vefat etmiştir. Gemiye gelen Yokoyama ve Narita isimli Japon yetkililer standart Japon prosedürleri gereği cesedi yakmaları ve kalıntılarını gömmeleri gerektiğini bildirmişler, ancak Osmanlı subayları cesedin Müslüman olmayan topraklara gömülmesinin inanışları açısından uygun olmadığını belirtmişlerdir. Osman Paşa'nın tavsiyesi üzerine cesedin denizcilik adetlerine göre denize gömülmesi gerekli dezenfekte işlemleri yapıldıktan sonra Tokyo Körfezi dışında olması kaydıyla Japon yetkililerce de kabul edilmiş ve uygulanmıştır. Ancak yerel balıkçılar koleradan ölmüş biz cesedin denize atılmasını problem yaptılar ve olay büyümeye başladı, öyle ki bölgedeki balık fiyatları düştü. Osman Paşa Japonlar arasındaki gerginliğin farkına vardığından, diplomatik öncelikleri dini önceliklerin önüne geçirdi ve denize ceset gömme işine son verilmesi ve koleradan ölmüş denizcilerin cesetlerinin yakılabileceğini bildirdi. Bu sırada gemi karantinaya alınmış ve Nagaura'ya götürülmüştür. Bu salgın sırasında biri subay 12 denizcimiz vefat etmiştir. Geminin temizlenmesi işlemi sırasında 2,5 tona yakın karbolik asit kullanılmıştır. Gemi kolera salgını atlattığından Osman Paşa'nın Yokosuka tersanesinde tamirat isteği Japon yetkililerce kibar bir dille reddedildi. Ancak Japon Hükümeti Ertuğrul ve personeli'nin tüm karantina ve sağlık masraflarını üstlendiğini açıkladı.
15 Eylül 1890 pazartesi günü salgın atlatıldıktan sonra gemi Yokohama'dan ayrılmıştır. Bundan sonraki 87 saatlik zaman dilimi ancak faciadan kurtulanlar ve özellikle Gemi İmamı Ali Efendi ve Mülazım-i Sani Haydar Remzi'nin ifadeleriyle açıklığa kavuşabilmektedir.
Yokohama'dan ayrıldıklarının ertesi günü ters bir rüzgar esmeye başlamış ve akşama doğru şiddetini arttırmıştır. Önce yan yelkenler açılarak geminin yalpası önlenmişse de, rüzgar tam pruvadan esmeye başladığında yelkenlerin sarılması gerekmiş, bu sırada Grandi Direği yuvasından çökmüş, dayanıksız kaldığından gemiyi korkunç bir şekilde sarsmaya başlamıştır. Bu sırada omurga kemerlerinden bir kaçı kırılmış, kömürlüklere su girmeye başlamış, ustabaşılar delikleri yamamaya çalışırken, postalar da gemiye dolan suyu boşaltmaya çalışmışlardır.
Açık denizde sığınılacak tek yer olan Hyago limanına varma çabası içinde saatler geçerken tayfun şiddetini arttırmış, yükselmesi durdurulamayan su 18 Eylül Perşembe akşamı ocakları söndürmüş ve gemi tamamen kontrolsüz kalmıştır. Gemi bu sırada Oshima adasının Kashinozaki Burnu civarında idi. Burası dik yarlarla dolu ve kıyıdan yarım mil uzağa kadar su altı kayalıkları bulunan bir bölgeydi. Bu tehlikeli bölgeden gemileri uzak tutmak için bir de deniz feneri inşa edilmişti. Güneş battıktan hemen sonra Tayfun Ertuğrul'u bu kayalıklara sürüklemiş ve gemi saat 21:00 sıralarında korkunç seslerle dağılmıştır.
Bu feci kazadan 6 subay ve 63 erbaş ve er kurtulabilmiş, 50 subay ve 476 erbaş ve er şehit olmuştur.
Japon Makamları ve halk, faciadan sonra kurtulanların sağlıklarına kavuşmaları ve en iyi şekilde barındırılmaları için olağanüstü bir ilgi göstermiş, başta İmparator olmak üzere bütün ilgililer kurtulanların maddi ve manevi acılarını dindirmek için her türlü gayreti göstermiştir.
25 Aralık 1890 tarihinde Japon Hükümeti, başsağlığı dileklerinin Osmanlı Hükümeti ve Bahriyesine iletilmesi görevi için atanan Kongo ve Hiyei kruvazörleri , kazazede personelimizi ve şehitlerin olay yerinden toplanabilen eşyalarını gönderdiği gemiler İstanbul'a gelmişlerdir. Gemiler İstanbul'da bir ay kadar kaldıktan sonra Japonya'ya dönmüşlerdir. Ertuğrul’un Japonya'da kaldığı sürede buradaki Ruslar, gemi mürettabatına çok iyi davranmışlardır. Kazadan sonra ise Alman kruvazörü Wolf'un olay yerine gidip kurtarma çalışmalarına girişmesi üzerine Japonya'daki Rus sefiri, Japon hükümetine, kazazedelerin Rusya aracılığıyla Türkiye'ye gönderilmesi teklifinde bulunmuştur.
Osmanlı Devleti, şehitlerin denizden çıkarılması ve yaralıların da tedavi edilmeleri konusunda Japonların gösterdikleri ihtimama karşılık vermek istemişti. Kazazedelere yardım eden köylülere üç bin yen gönderilmiştir. Japonya'dan yardım edenlerin isimleri tek tek istenmiş ve bunlara çeşitli rütbelerden nişan ve madalyalar verilmiştir.
Kazazedelerin İstanbul'a getirilmeleri işini Ruslar ve Japonlar üstlenmk iştemir. Ancak her iki devletin de teklifi Osmanlı Devleti tarafından reddedilmiştir. Japonların gemisinin harp gemisi oluşu, Ruslar açısından da mevsimin uygun olmaması redde sebep teşkil etmiştir. Netice olarak kazazedelerin İstanbul'a posta vapuruyla getirilmelerine karar verilmiştir. Ancak daha sonra Japonya'nın ısrarı üzerine, Japon harp gemileri ile getirilmeleri uygun görülmüştür. Osmanlı Devleti, Japonların, kazazedeleri İstanbul'a getirme hususundaki isteklerini kabul etmiş olmakla birlikte, gemilerin Çanakkale Boğazı'ndan geçmesine müsaade etmeme kararı almıştır. 
Tanaka komutasında "Hiyei" ve  Hideka komutasında "Kongo"  adlı iki Japon harp gemisi kazazedeleri alarak yola çıkmıştır. Türk hükümeti, kazazedeleri alarak, İstanbul'a getirmesi için İngilizce bilen İzzeddin Vapuru Komutanı Rıza Bey'i Port Sait'e göndermişti. Rıza Bey, Japonlara kazazedeleri İstanbul'a kendilerinin götürmek istediklerini  söylemiş, ancak Japonlar imparatorlarından kendilerinin götürmeleri konusunda emir aldıklarını ifade etmişlerdir. Birlikte Beşike'ye gelmişlerdir. Gemilerin Çanakkale Boğazı'ndan geçiş izni yoktu. Bu izin çıkıncaya kadar Beşike'den İzmir'e gelmişlerdi ve İzmir'de beklemişler, izin çıkınca da kendilerini karşılayan Talia ve İzzeddin Vapurları ile birlikte İstanbul'a hareket etmişlerdir. Japon subayları ve erlerinin karaya çıktıklarında Rum, Ermeni ve İtalyan serserileri tarafından rahatsız edilmemeleri için de bahriyeden subaylar ve erler görevlendirilmiştir. Bunlar İngilizce bilenler arasından seçilmiştir. Japonların kentteki gezileri sırasında, tercümanlar, dellallar ve tüccarlar tarafından rahatsız edilmemeleri ve uygunsuz kişileri yanlarına yaklaştırmamaları için, özellikle Ertuğrul'dan kurtulmuş olanlar arasından yardımcılar da görevlendirilmiştir. Öyle sıkı önlemler alınmıştı ki, sadece bir kez Yahudi bir sarrafın para değiştirirken hile yaptığı şikayetinin alınması üzerine bu işi kapatmakla hahambaşı görevlendirilmiştir.
Yine bir defasında da Fındıklı'da şeker satın alan Japon erleri bunları ceplerine sığdıramayınca artanı sebilin üstüne bırakıp gitmişlerdi. Bunun üzerine derhal karakola haber verilmiş ve şekerlerin başına bir zaptiye neferi yerleştirilmiştir. Japonlar akşama döndüklerinde, şekerlerini bıraktıkları gibi bulup almışlardır. 
Bu iki Japon gemisi mürettebatına çeşitli rütbelerden Osmani ve Mecidi nişanları, tahlisiye, iftihar ve zayi madalyaları verilmiştir. Madalya verilen Japon subaylarının isimleri ilgili belgelerde kayıtlıdır. 
Japon gemilerinin kumandanlarına ayrıca Padişah tuğralı, elmas işlemeli, altın sigara kutusu hediye edilmiştir. Japon İmparatoru'na verilmek üzerede II. Abdülhamid'in teşekkürlerini ihtiva eden bir mektup da hazırlanmıştır. Hiyei ve Kongo'nun İstanbul'u ziyareti Türk kamuoyunu etkilemiştir. Buna örnek olarak Tercüman-ı Hakikat gazetesinde "Japonya Medeniyeti" başlığıyla yayınlanan Mustafa Refik'in makalesindeki şu bölüm verilebilir:
"Bugünkü Avrupa uygarlığını kabulde bir sürat-ı fevkalade ile hareke eden milletlerin en birincisi Japonlardır. 'Münteha-yı Şark (Uzakdoğu) Fransızları olan Japonlar, Fransızlar kadar nazik, dostluğu ve misafirperverliği sever bir kavimdir. Cihanın dikkat-ı nazarını ve teveccühünü artık tamamıyla çekmeye başlamış olan işbu 'Doğu Fransızları' ile biz de yeni bir şekilde iyi ilişkiler kurmakta bulunduğumuzdan dolayı ne kadar iftihar etsek yine azdır".  Kazanın 100. ve 110. Yıldönümlerinde düzenlenen anma törenlerini katılmak üzere TCG Turgut Reis Fırkateyni iki kez Japonya'yı ziyaret etmiştir. Ziyaretler gidiş dönüş olmak üzere 2.5 ay sürmüştür. 
 Image
 Kazada ölenlerin anısına Kushimoto’da bir Anıt yapılmıştır. İlk anıt Japonlar tarafından 1891’de dikilirken, 1929 yılında yine Japonlar tarafından genişletilmiştir. Şehitlik Anıtı, 3 Haziran 1929 tarihinde Japon İmparatoru tarafından da ziyaret edilmiştir. 1937’de Türkiye tarafından restore edilen anıt önünde her yıl düzenli olarak anma törenleri yapılmaktadır.
Image
 Kushimoto kasabası Mersin ve Yakakent ile kardeş şehirdir. Kushimato’da bir de müze bulunmaktadır. 1974 yılında inşa edilen "Türk Müzesi"nde Ertuğrul Fırkateyni’nin maketi, gemideki asker ve komutanların fotoğrafları ve heykelleri bulunmaktadır.
Ertuğrul Firkateyni, şu an Kushimoto kayalıklarında 11-25 metre arası derinlikte yatıyor.
Ertuğrul Faciası ülkemizde Koshimato kasabasında bilinenden az biliniyor. Son yıllarda Ertuğrul Fırkateyni ile ilgili yayınlanmış kitaplar, çekilmiş belgeseller var. Bu kaynaklardan bazılarını kısa alıntılar ile aşağıda sıraladım.
 Image
Türk Şiiri'nin büyük ustası Behçet Necatigil'in "Ertuğrul Faciası" isimli radyo oyunu olarak kaleme aldığı eserini  Yapı Kredi Yayınları okucuya sunmuş. Gemide seyir ve sefer defterini tutmak için görevlendirilen şair Ali Ruhi'ye odaklanmış bir Ertuğrul hikayesi.

 
- Deniz Müzesi'nin kurucusu, Ceride-i Bahriye ve Mecmua-i Fünun-ı Bahriye dergilerinin naşiri “ Süleyman Nutki Bey'in hatıraları” (Nurcan Bal, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, 2003)
 - Bahriyemizin Yakın Tarihinden Kesitler-Fahri Çoker
 - Ertuğrul Fırkateyni'nin Öyküsü - Çetinkaya Apatay( Doğan Kitapçılık,1998)(Sunuş'tan)
Kitabın ana temasını işlerken, her üç fikrin de idraki içinde olmadığımı ve etkinliklerinde kalmadığımı söyleyemem. Konunun orasından veya burasından ele alınarak, hem kitapçıklar hem de makaleler halinde birçok defa işlenmiş, üzerinde durulmamış pek az yanı kalmıştır, denilebilir. Ama günümüze yansıyan gelişmeler dikkate alındığında, hâlâ üzerinde durulması gereken bazı yönlerinin olduğunu düşündüm. Onları da açık yüreklilikle, o günlerin ve bugünün politik ve ekonomik ortamında evrensel bir bakışla ve yansız bir şekilde ortaya koymaya çalıştım. Her biri ayrı bir araştırmanın veya bir araştırma vesilesinin neticesi olan bilgi dağarcığımdaki birikimlerin benimle beraber gitmesinin bir haksızlık olacağını düşünerek bir bütünlük içinde siz değerli okuyanlara aktarmayı kendime görev bildim. Düşündüğümü ne ölçüde yapabildiğimi takdirlerinize sunuyorum. Kitabımda işleyeceğim ana tema, ismini Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in babası Ertuğrul Gazi'den alan, dış çizgileri itibariyle devrinin seyredenini etkileyecek derecede güzel görünüşlü, ahşap yapılı, yelken ve/veya buhar makinesiyle yürütülebilen Ertuğrul Firkateyni'nin ibretle okunacak dramı ve onu bir dramın kahramanı yapan stratejik, politik, ekonomik ve hatta dinsel ve kişisel nedenlerle Türk-Japon ilişkilerindeki müstesna bir mihver oluşturan yeridir.
 Image
- Ertuğrul Fırkateyni Faciası ve Türk Japon İlişkisinin Başlangıcı
Erol Mütercimler-Mim Kemal Öke  (Türk Dünyası Araştırma Vakfı,1991)
1887 yılında Japon İmparatoru Mikado’nun amcası olan Prens Komatsu İstanbul’a geldi. Bu ziyaretin amacı, muhtemel bir Japon-Rus savaşında Osmanlı Devletini Japonya’nın destekçisi olarak görmekti.Gerçi daha önce de 1881 yılında Japon heyetleri Avrupa’ya gelmiş,ticari amaçlı görüşmeler yapmıştı. Ama bu kez gelişin amacı hem ticari hem de sözünü ettiğimiz desteğin sağlanmasıydı.
Image
- Uzakdoğu Elçisi Ertuğrul Fırkateyni- Erdoğan Şimşek (IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, 2005)
Tanıtım yazısından
Ertuğrul’un Japonya’ya gönderildiği dönem, İngilizlerin ülkenin verimli petrol yataklarına ve stratejik öneme sahip geçitlerine (Kıbrıs-Süveyş Kanalı vb) yerleşme politikalarını uygulamaya koyduğu bir dönemdir..Donanmamızın şanlı tarihinden sadece bir yaprağı size sunabilmeyi gayret ettiğimi düşünüyorum. 527 fedekar,cefakar ve kahraman denizcimizin itibarlarını iade edeceğimi düşünerek 527 şehidimizin her birinin aziz ruhları önünde saygıyla eğiliyorum.
- Önce Çocuklar ve Kadınlar, Sunay Akın( Çınar Yayınları)
- Ertuğrul Süvarisi Ali Bey'den Ayşe Hanım'a Mektuplar (Yapı Kredi Yayınları,1995)
II. Abdülhamid'in Japonya'ya bir dostluk ziyaretine gönderdiği 'Ertuğrul' firkateyni,11 Eylül 1890 günü, dönüş yolculuğunda battı. Bu olay, tarihimize 'Ertuğrul Faciası' adıyla geçti. Faciada can veren beş yüzden fazla denizci içinde ikisinin, gemi komutanı Albay Osman Bey'le süvari Yarbay Ali Bey'in, kişisel trajedileri de vardı. Osman Bey, bu sefere, geçinemediği karısının dırdırından kurtulmak için çıkmıştı. Eski milli eğitim bakanlarından Hasan Ali Yücel'in annesinin babası olan, Ali Bey ise, 'kırk günlük ikizleri Mevhibe ile Rauf'u ve otuzunda lohusa yatağında Ayşe'sini bırakıp'... Canan Eronat, büyük dedesi Ali Bey'in Japonya yolculuğu boyunca karısı Ayşe Hanım'a yazdığı, 'içinde deryalara sığmaz bir sevdanın dürüldüğü' mektupları bir araya getiriyor …
Sabırla okuduğunuz için teşekkürlerimle ve bir şiirle son noktayı koyuyorum.
Kaptan Ali Bey, kızı Neyyire'yi 3 yaşındayken son kez kucaklayıp İstanbul’dan yola çıkmıştı, kızını bir daha göremedi. Kızı Neyyire hanım ise babasını oğul Ali ile yaşattı. Ali de büyüyünce Köy Enstitülerini kuran Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel oldu. Onun da bir oğlu oldu ve oğlu ileride babası için en duygulu şiirlerinden birini dizdi;
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek...
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici hep, hep acele işi!
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi,
Atlastan bakardım, nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım, hasta oldum mu,
40'i geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a.
Bir helalaşmak ister elbet, di'mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oyununu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin Koştururken ardından o uçmaktaki devin.
Daha başka tür aşklar; geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, can evim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Şiiri yazan Süvari Ali Bey’in torunun oğlu Can Yücel'di. 
Son Güncelleme: Cumartesi, 25 Aralık 2010 16:54
 




Arama

Üye Girişi



Etkinlik Takvimi (Events)

Last month May 2024 Next month
S M T W T F S
week 18 1 2 3 4
week 19 5 6 7 8 9 10 11
week 20 12 13 14 15 16 17 18
week 21 19 20 21 22 23 24 25
week 22 26 27 28 29 30 31

Galeri

Anketler